top of page

Atları Hatırlayın ve Sopayı Hazırlayın

  • Bertell Ollman
  • 1 May 2013
  • 7 dakikada okunur

Redaksiyon Dergi'nin 10.sayısında, Bertell Ollman ile yapılna söyleşi. Prof. Bertell Ollman, New York Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde öğretim üyesidir. Ollman’ın sosyalizme dair tartışmalar yürüttüğü beş kitabı, Türkiye’de Yordam Kitap tarafından okurla buluşturuldu. Yazarın“Atları Hatırlayın… ve Sopayı kapın!” isimli kitabı ile Marksist “Sınıf Mücadelesi” oyunu yakın zaman çalışmalarıdır.

nbee.jpg

“Küreselleşme” çağında, kapitalist sömürünün yoğunlaşması ile kapitalizmin mevcut durumu-krizleri arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kapitalizm her zaman için bulabildiği (ve ulaşabildiği) bütün insanlara ürettiklerini satmaya çalışmıştır. Fakat “küreselleşme” çağında, fabrikaların işgücünün ucuz, vergilerin düşük olduğu, kârın arttırılmasını engelleyecek düzenlemelerin bulunmadığı ülkelere kurulması hiç olmadığı kadar önemli hâle geldi. Bilim ve teknolojideki ilerlemelerin sonucu olarak üretim araçlarının değişmesiyle birlikte kapitalizmin anavatanı olan ülkelerde otomatik üretim süreçlerinde çalışan işçilerin ikamesi gittikçe yaygınlaştı. Sonuçta; kapitalist sınıf – sanayi ve finans sektörüyle birlikte – nadir istisnalar dışında, hiç olmadığı kadar hızlı para kazanmaya başladı. Kapitalist dünyadaki işçi sınıfı ise, yine nadir istisnalar dışında, gittikçe şiddetlenen işsizlik, düşük ücretler, sosyal hakların gasp edilmesi ve yaşam koşullarının kötüleşmesiyle yüzleşmek zorunda kaldı.

Mevcut ekonomik krizimizi öncekilerden farklı kılan şey, küreselleşmenin kapitalizmin krizleri atlatmak için kullandığı mekanizmaları ortadan kaldırmış olmasıdır. Şimdiye kadarki ekonomik krizler – hammadde, makineler, fabrikalar ve işgücü gibi – üretim faktörlerinin bedellerinin düşmesi ile sonuçlandı. Bu da bazı kapitalistlerin, fırsattan istifade ederek daha ucuza mal ettiği ürünleri düşük fiyatlarla satmasını olanaklı kıldı. Bunun sonucunda, genellikle öncesinde işsiz olan, daha fazla insanı istihdam etme imkânı buldular. İstihdam edilen işçileri iyi birer tüketici haline geldi. Böylece diğer kapitalistler de üretimlerini arttırarak ürünleri satma olanağı elde etti. Sonra onlar da daha fazla işçi istihdam etti. Bu döngünün sonucunda ekonominin saplandığı bataklıktan çıkması mümkün oluyordu.

Bugünkü krizde de bu döngü çoğunlukla tekrarlanacak. Üretime dair maliyetlerin birçoğu, özellikle de işgücü gittikçe düşüyor. Buradan kâr elde edebileceğini düşünen kimi kapitalistler şimdiden yatırım yapmaya ve daha ucuza ürün üretmeye başladı. Fakat özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde, kimi durumlarda (bazılarında, tamamında değil) üretim yeni istihdamları olanaklı kılacak seviyeye ulaşamadı. Kapitalist küreselleşme sürecinin çekirdeğinde yatan, dış kaynak ile makineleşme birlikteliği yeni yatırım ve istihdam dengesinde bozuluyor. Böylece kapitalizm, önceki krizlerde olduğu gibi, süreci atlatamıyor. Bu durumda – herkesin söylediği gibi – kapitalizmin bu krizi de aşacağını, yalnızca zamana ihtiyacı olduğunu iddia etmek yersiz olur. Fakat kapitalizmin ekonomik durumu düzeltme mekanizmaları işlevsizleşirse – ki böyle olduğu tartışma götürmez – geleceğe dair yürüttüğümüz tahminler, kapitalizmin körüklediği iklim değişiklikleri gibi felaketler ve sonuçları gerçekleşecek. Her şey kötüye gidecek. Geleceği düşünmek, siyaset belirlemek hayati öneme sahip.

ABD emperyalizminin bugünü sizce nasıl görünüyor? ABD, çöküş sürecine girdi mi?

ABD emperyalizmi, kapitalist yönetici sınıfının kârını arttırmak için elindeki tüm – ekonomik, kültürel ve askeri – imkânları kullanıyor. Ancak küresel kapitalizm çağında ulusal kimlik, gelir kaynağı ve büyük kapitalistlerin çoğunun çıkarları küreselleşti. (Aynı durum başka ülkelere yatırım yapan büyük kapitalistlerin birçoğunun da başına geldi.) Bunun sonucunda ABD, İngiltere’nin egemen olduğu döneme kıyasla – ulusal ve uluslararası kurumlarıyla (Dünya Bankası, IMF vs.) – küresel kapitalist sınıfın çıkarlarına daha fazla hizmet etmeye başladı. İşin ilginci, hâlâ Soğuk Savaş yıllarındaki aşırı vatanperver idarenin ceremesini çeken vatandaşlar, Amerikalı kapitalistleri yeterince vatansever olmadıkları için suçluyorlar.

ABD’nin çöküşünün en belirgin göstergesi devletin (sadece hükümetin değil) meşruiyetini Amerikan halkının neredeyse bütün kesimlerinin gözünde her geçen gün daha fazla yitirmesidir. Bu durumun temel sebebi hızlı ve adil karar alınamaması, mevcut ekonomik kriz ile hükümetin %1’in çıkarlarına alenen hizmet etmesidir. Amerikan emperyalizmi, geçtiğimiz dönemde çıkarları doğrultusunda kullandığı ekonomik ve kültürel olanakları yitirmeye başladı. Gittikçe asileşen dünyaya taleplerini dayatmak için elinde sadece askeri güç kaldı. Durum hiç kimse için iç açıcı değil.

21. yüzyılda sosyalizmi inşa etmenin olanaklarını nasıl görüyorsunuz? Bu bağlamda, Latin Amerika – özellikle Venezüela – deneyimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyalizm, 21. yüzyılda her yerde etkisini – kapitalizmin son krizine dünya çapında bir tepki olarak – az ya da çok gösterecek veya hiçbir şey değişmeyecek. Kapitalizmin talanına karşı ve (Venezüela gibi ülkelerde olduğu üzere) en yoksullarımızın yaşamlarını iyileştirmek için yürütülen çalışmaları candan destekliyorum. Ancak; kapitalizm felaketine karşı bütünlüklü mücadele vereceksek, mesafe kat edeceksek bu örneklerin, kapitalizmin alternatiflerin neler olabileceğine/olması gerektiğine dair çok belirleyici olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle önceliğimiz, çıkış noktamız yaşamımızı sürdürdüğümüz kapitalist ülkelerdeki, dünyadaki gidişat, açığa çıkan problemler ve bunlara dair çözüm önerileri olmalı.

Kapitalizme karşı yürütülen mücadele gittikçe güçleniyor. ABD’deki Wall Street, İspanya’daki 15M, Türkiye’deki Gezi Direnişi gibi hareketlerin “kendiliğinden örgütlendiği” söyleniyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Gidişatta ne gibi imkânlar ve güçlükler açığa çıkabilir?

Toplumsal hareketlerin açığa çıkardığı üç olanak var: 1) Kapitalist dünyada, militanların çoğu siyasete dâhil olmak için bu yolu seçiyor. 2) Karşı çıktıkları sosyal adaletsizliklerin gerçekten ortadan kaldırılması gerekiyor. 3) Toplumsal hareketlerin çoğu, kadınların, farklı renkten/ırktan/dinden insanların, eşcinsellerin vs. haklarını savunmak adına pek çok sınıf temelli siyasi parti ve sendikadan daha fazla çaba sarf etti.

Tüm bunları takdir etmek gerekiyor; fakat görünen o ki mevcut yönelimleri, kapitalizmi temel düşman olarak görmemek yönünde. Kapitalizme karşı yürütülecek mücadeleyi öncelik haline getirme, düşmana galip gelmek için yeterince güçlenme ve bu şekilde adaletsizliklerin yaşanmadığı bir toplum inşa etme olasılığı göz ardı ediliyor. Bu nedenle, başarılı olsalar bile, yalnızca reformist kalacaklar. Bu arada kapitalizmin son krizinin alarm zilleri çalmaya devam ediyor. Hesaplaşma günü yaklaşıyor.

Komünizmi savunan ancak pratik süreçlere dâhil olmayarak siyaseti, sosyalizmi salt etik bir konu düzeyinde ele alan kimi düşünürler ve yaklaşımlar var. Bu yaklaşımlar ve komünizme geçiş süreci, bunun için yürütülen mücadeleler hakkında ne söylemek istersiniz?

Kimsenin sosyalizmi inşa etme deneyimi yok. Kimi insanlar sosyalist ilkelere dayalı birkaç sınırlı deneyimin geliştirilmesine bir şekilde katkı sundu. Fakat o deneyimler ile bugün karşılaştığımız koşulların alakası yok. Ancak somut deneyim ya da sosyalist toplumu inşa etme deneyimine sahip önderlerimizin bulunmayışı canımızı sıkmamalı. Tarih ilk defa gerçekleşen olaylarla doludur. Yaşadığı toplumun koşullarını, hem problemlerini hem de potansiyelini anlayarak çözüm üreten insanlar bunu başardı. “Teoriden” “siyasi pratiklere” uzanan yol, değişiklikleri öngörerek sınıfsal çıkarları korumaya yönelik adımlar atılmasıyla mümkündür. Etiğin buradaki etkisi kısıtlıdır. Belki mücadelenin sürekli hale gelmesiyle anlamlı kazanır.

Marksizm, bize ait kapitalizm analiziyle sürece dâhil oluyor. Mevcut sistemin karmaşık işleyişi yalnızca analiz edilmekle kalmıyor – yabancılaşma, sömürü ve ekonomik krizler gibi – temel sorunları da saptanıyor. Bir bakıma, bu düzenin koşullarında kaçınılmaz olarak filizlenecek çözüm tohumları atılıyor. (Sosyalizm için gerekli olan koşullar sosyalistlerin kafalarında değil, kapitalizmin anlaşılmamış potansiyelinde bulunur.) Marx, bu çözümlerin hayata geçirilmesinin, kapitalizmin bir diğer “ürününün” yani yabancılaşmaya, sömürüye ve kriz zamanlarında daha da şiddetlenen koşullara maruz kalan işçi sınıfının elinde olduğunu söylüyor. İşçi sınıfının çıkarları, kişisel kârın temel alındığı bir sistemin yerine toplumsal ihtiyaçların merkeze oturtulduğu bir düzen inşa etmeyi gerektirir. Yaşamak için gerekli parayı kazanabileceği bir işe ihtiyaç duyan herkesi tek çatı altında toplayabilen işçi sınıfı, büyün kapitalist toplumlarda büyük çoğunluğu oluşturuyor. Bu nedenle gerekli mekanizmalar oluşturulduğu takdirde, işçi sınıfı sosyalizme başarılı bir şekilde geçişi sağlayabilecek olanaklara sahiptir.

Buna rağmen, tüm Marksistlerin bilincinde olduğu sorun, tüm bu güçleri işçi sınıfının çıkarlarına uygun bir program etrafında bir araya getirecek işçi sınıfı partisinin ve her ülkenin toplumsal, siyasi, ekonomik koşulları dikkatle incelenerek oluşturulacak siyasi stratejinin maalesef olmayışıdır. Marx, büyük çoğunlukla ortak çıkarlara sahip olmanın beraberinde getirdiği muazzam imkân ile “örgütlenip birleşerek, bilginin önderliğinde” harekete geçilebileceğini savunuyor. Bunun anlamı, geniş kesimleri kapsayacak sol değerlere yaslanan, fakat mevcut reformist sosyal demokratlar ile işçi partilerini dâhil edecek yeni ve kitlesel bir işçi partisinin zaruretidir.

Bildiğim kadarıyla bugünün kapitalist dünyasında bahsedilen kitlesel, militan sosyalist/komünist partiler bulunmuyor. Çelişkili biçimde, bunun sebeplerinden biri kapitalist ülkelerde çok fazla parti olmasıdır. Ancak bu partiler, kitleyle, işçilerle çok kısıtlı bağları bulunan, dar gruplardan oluşuyor. Buna ilaveten, birbirleriyle işçi sınıfını temsil etmek adına rekabet etmeleri, işçi sınıfının kurtuluşunu kendi örgütlerine daha çok “adam toplayarak” sağlayabileceklerini zannetmeleri gibi sıkıntılar var. Bu grupların birçoğu mitinglere birlikte yürüyor, aynı grevleri destekliyor, aynı taleplere imza atıyor hatta bazı eylemlerde ortak hareket ediyor. Parti mensupları ile Taksim’i İşgal Et (aynı şekilde Wall Street’i İşgal Et) eylemlerine çoğunluğun yani işçi sınıfının çıkarlarını savunmak adına katılan, sömürüyü, baskıyı her geçen gün arttıran düzene karşı çıkan, çoğu hiçbir partiye üye olmayan gayretli gençler arasında en azından bağ kurmanın yolu bulunmalı.

Kısa vadede yapılabilecek olan, solda sol partilerin, sendikaların, işçi sınıfı örgütlerinin, ilerici toplumsal hareketlerin ve (bağımsız yapılanmalarını engellememek koşuluyla) öğrenci örgütlerinin bir araya gelmesini, birleşik muhalefet (cephe) zeminini oluşturmasını sağlamak olabilir. Programı işçi sınıfının çıkarlarına göre oluşturulacak olan bu yapılanma, bireyleri de asgari bir program etrafında toplayabilmeli. 1) İsteyen herkese güvenceli, çevre dostu istihdam ve geçindirebilecek ücret sağlanmalı. 2) Yatırımda, herkese eşit olanaklar verilmeli. 3) İş ile kişisel gelişimin, yüksek eğitimin bir arada yürütülmesinin kanalları açılmalı. 4) Çalışma saatleri kısaltılmalı. Boş zaman aktiviteleri, yeteneklerin geliştirilmesi desteklenmeli. 5) Usta ve patronların seçilmesi de dâhil olmak üzere tüm alanlarda demokratik karar alma mekanizmaları işletilmeli. Böylece taleplerin karşılanacağının teminatı alınmış olur. Bu talepler işçiler tarafından çokça benimsenip sahiplenilecekken kapitalistlerin ve onların siyasi partilerinin bunları kabul etmesi imkânsızdır. İşte, tüm mesele budur. Bütün bu taleplerin karşılanması isteği – ki elbette daha fazla talep olabilir, ben sadece birkaç tanede karar kılmayı öneriyorum – kapitalizmin sınırlarına, bizim için neyi yapıp neyi yapamayacağına dair net bir fikir veriyor. Bu örnek, mücadelenin sonraki adımlarını desteklemeye dair tereddütleri olan işçiler için de faydalı. Birleşik muhalefetin (cephenin), seçim dönemlerinde, katılacaksa, nasıl bir tutum takınacağı sorusu benim için de hâlâ cevaplanmayı bekliyor. Bence sorunun cevabını cepheyi örgütleyenlerin vermesi gerekiyor.

Elbette bütün sol partiler bu tür bir cephe içerisinde yer almaz. Bir kısmı be yapılanmaya pek hevesli olmaz. Fakat insanlar teker teker bu yapılanmalara örgütlendikçe – bence asıl gücünü buradan alacak – partiler de kitlesel bir işçi partisinin nasıl olması gerektiğine dair görüş bildirmek yerine gelip bu oluşuma dâhil olacaktır. (Süreçte yer alarak zaten partiyi inşa etmeye katkı sunarlar.) Sol partilerin birçoğunun veya en azından üyelerinin çoğunun, kendilerinin azıcık solunda veya sağında yer alanlarla bazı meselelerde kolektif mücadele yürütmenin birleşik mücadele/cephe fikriyatını geliştirmenin en iyi yolu olduğunu anlayacaklarını tahmin ediyorum. Ekonomik krizlerin şiddetlendiği günümüzde, kapitalizmin de “elinden geleni yapacağı” (yani en şiddetli tarafını göstereceği) muhakkak. Böylece kapitalizmin tutumu da bu tarz bir hareketin güçlenmesine yarayacak. Sürecin sonunda, kısa zamanda, kapitalist partilerin karşısına çıkarabileceğimiz, iktidarı hedef alan bir partimiz olabilir.

6) Gramsci’nin söylediği üzere “eskinin ölmediği yeninin doğmadığı” bir çağda yaşıyoruz. Kapitalizmin krizleri derinleşiyor; fakat alternatiflerin oluşturulması noktasında eksik kalınıyor. Mevcut durumu nasıl değerlendirebiliriz? Sosyalist alternatifleri kuvvetlendirmek adına neler yapılabilir?

Önceki cevabımdan da anlaşılacağı üzere; bizimkinden daha karanlık bir çağda yaşayan Gramsci’nin aksine “yeninin” doğabileceğini düşünüyorum. Türkiye’de de başka ülkelerde de sürecin gidişatına dair görüşüm budur.

Son olarak; sosyalistlere, özellikle de Türkiye’deki devrimci gençlere ne söylemek istersiniz?

Ortak tarihimizin dönüm noktasındayız. Gencinden yaşlısına Türkiye’deki yoldaşlarıma sorulara verdiğim cevaplar dışında söyleyebileceklerim son kitabımın başlığıyla özetlenebilir:

ATLARI HATIRLAYIN… VE SOPAYI KAPIN!

Evet, budur. Tekrar okuyun. Biraz üzerinde düşünün. Açıklamaya ihtiyaç duyarsanız okumaya devam edin.

Kitabımda otomobil icat edildiğinde artık ihtiyaç duyulmayan atların başına gelenleri anlattım. ABD’deki atlar tutkal yapıldı. Günümüzde gittikçe derinleşen ekonomik krizin sonucu olarak, işçilerin yerine dış kaynak kullanımı ve makineleşme geçiyor. İşçilerin geleceği atlarınki kadar dehşet verici olmayabilir; ancak atların başına gelenler – kimsenin iş güvencesinin olmadığı mevcut koşullarda – bütün işçileri harekete geçirmeli. İşçilerin geleceğinin atlara benzememesi için ne gerekiyorsa yapılmalı.

Fakat kapitalistlerin tüm iktidarı elinde tuttuğu, kâr getirmeyenler için “masrafa” girilmediği bilinen toplumlarda ne yapılabilir? Yapılacak şeylerden biri (ki bence en iyi seçenek) yine kitapta geçen bir diğer hikâyede anlatılıyor. Bu hikâyede Zen Budist keşiş, öğrencilerine bir soru soracağını, soruya “evet” diye cevap verenleri de “hayır” diye cevap verenleri de sopayla döveceğini söylüyor. Soruyu sorduğu ilk öğrencisi “evet” diyerek sopayı yiyor. İkinci öğrenci “hayır” diyor ve yine sopa yiyor. Diğer öğrencilerin sonu da farklı olmuyor. Ta ki son öğrenciye kadar... O zamana kadar olan biteni izleyen öğrenci geliyor, soruyu dinliyor ve… sopayı kapıyor.

ATLARI HATIRLAYIN… VE SOPAYI KAPIN!

 
 
 

Comments


 THE ARTIFACT MANIFAST: 

 

This is a great space to write long text about your company and your services. You can use this space to go into a little more detail about your company. Talk about your team and what services you provide. Tell your visitors the story of how you came up with the idea for your business and what makes you different from your competitors. Make your company stand out and show your visitors who you are. Tip: Add your own image by double clicking the image and clicking Change Image.

 FOLLOW THE ARTIFACT: 
  • Facebook B&W
  • Twitter B&W
  • Instagram B&W
 RECENT POSTS: 
 SEARCH BY TAGS: 

© Redaksiyon Dergi - Mithatpaşa Caddesi 45-15 Kızılay-Ankara 

bottom of page