top of page

Amerikan Endüstriyel Militarizminin Hedefi Siyahlar

  • Eylem Delikanlı
  • 30 Kas 2013
  • 6 dakikada okunur

Şehrin keşmekeş trafiğinden çıkıp Manhattan’ı Bronx’a bağlayan köprüyü geçerken fark ettim yanık kokusunu. Aynı anda yanıp sönmeye başlayan hararet lambası ve yağ göstergesi işlerin yolunda gitmediğinin inkarında ısrar etmeme fırsat vermedi. Eh ne yapalım, gördüğüm ilk benzin istasyonuna saptım mecburen. Benim gibi arabanın mekaniğinden pek anlamayanların telaşıyla kendimi dışarı attım ki ne göreyim, arabanın iki yanından dumanlar yükseliyor. Panikle istasyondaki küçük markete girdim. İçerideki iki siyah genç beni görünce şaşırdılar ama ben neye şaşırdıklarını pek kestiremeden heyecanla anlatmaya devam ettim. Genç olanı bütün sakinliğiyle arabanın yağ seviyesine bakıp “yağı bitmiş” diye kestirip atınca bana da sigortayı aramak düştü. Markete geri girdim, önce telefonumu şarj etmek için prize takmasını rica ettim içerideki arkadaştan. Önemli bir işi bölüyormuşum hissiyle gelip arabayı çekmelerini beklemeye başladım. Dışarısı soğuk, araba tütüyor, mecburen orada beklemek durumundayım ama varlığımla bu iki genci huzursuz ettiğimin de farkındayım. İlk iş olarak kasanın yanında duran telefonumu bir uzatma kablosuyla yanıma getirdiler. Mesaj gelebilir bakamazsınız diye yaptıkları açıklama aslında vaziyetimizin de özetiydi. Saatler !9.00’u gösteriyordu ama hava kararmıştı, iki siyah gencin olduğu ve etrafta yalnızca otobana bağlanan trafiğin aktığı bir istasyonda beyaz bir kadın olarak tedirginlik duyuyor olmalıydım. İçeridekilerin telaşı bu kaygıları gidermek üzerineydi. Dışarıdan benzin takviyesi yapmak için gelen diğer siyahın “istasyonun sahibi siz misiniz?” sorusu durumu daha da perçinlemiş oldu. Çekici gelmedi. Ben de anahtarı bırakıp sabah hemen yan taraftaki araba tamircisine iletmelerini rica ettim. Şaşkınlıkla karışık bir tereddütten sonra anahtarı elimden alıp, arayabileceğim bir numara verdiler. Kasadakinin adı Mike imiş, teşekkür edip ayrıldım. Sabah geldiğimde araba çoktan çalışır vaziyetteydi. Mike’in yerinde gündüz vardiyesini yapan başka bir arkadaş vardı…

ferguson1.jpg

Trayvon, Mike ve Diğerleri...

2012 yılında Florida’da, şüphe görüldüğü için gönüllü güvenlik sorumlusu George Zimmerman tarafından vurularak öldürülen Trayvon Martin 17 yaşındaydı ve cinayeti ülke çapında son yılların en büyük protestolarının alevlenmesine neden oldu. Zimmerman büyük jürinin kararı sonucunda ceza almadı. “Davandan Vazgeçme” (Stand your ground) ve benzeri uygulamaların Zimmerman’a verdiği güçten mütevellit Trayvon artık aramızda değil. Suçu sweatshirt giymek… İlk degildi, ne yazık ki, son da olmadı. 1999-2014 yılları arasında polis gözetimindeyken ölen siyahların sayısı 76, en genci Tamir Rice 12 yaşındaydı ve geçtiğimiz ay Ohio’da polis Tim Loehmann tarafından vurularak öldürüldü. Eric Garner 43 yaşındaydı, illegal sigara satışı nedeniyle New York polisi tarafından çembere alınan Garner boğularak öldürüldü. Olay anının videosu yayınlanınca sosyal medya çalkalandı. Bunun ardından geçtiğimiz hafta Büyük Jüri’nin Daniel Pantaleo’yu suçsuz bulması üzerine “Nefes alamıyorum” sloganıyla metropol meydanları ve istasyonları yerlere uzanmış protestocuların eylemlerine sahne oldu. Ceza alan tek kişi olayı görüntüleyen vatandaş oldu.

Rumain Brisbon (34), Akai Gurley (28), Kajame Powell (25), Dante Parker (36), Michael Brown (18), Yvette Smith (47), Andy Lopez (13) liste uzadıkça uzuyor… Birçoğu gündüz vakti, şehrin orta yerinde, yanıbaşımızda katledildiler.

Siyahlar örgütlenince…

Siyah erkekler ve kadınlar sistematik bir şekilde öldürülüyorlar. Ölmemeleri durumunda da onları ya demir parmakliklar ya da gettolar bekliyor. Irka dayalı ayrımcılığın ekonomik sistemin ve sosyal dokunun çarklarından beslendiği su götürmez bir gerçek. Nüfusun heterojen olduğu metropollerde ırklar arası eşitsizliğin en belirgin olduğu yaşam alanlarından biri okullar diğeri ise kooperatifler. Sistemin dinamosu elit okulların siyah öğrenci sayısına oranla kamuya ait okullardaki siyah ve Latin Amerikalıların oluşturduğu öğrenci profili kırılması zor bir döngüye de işaret ediyor. Sistematik bir şekilde devam eden kentsel dönüşümün birebir etkisini Harlem gibi bir zamanlar çoğunluğunu siyahların oluşturduğu bölgelerin giderek beyazlaşması ve siyah nüfusun çoğunlukla şehrin periferi dışına itilmesinde görebiliriz. Bugün Harlem’den daha güçlü bir ses çıkmamasını belki de bu şekilde açıklayabiliriz. En nihayetinde ırka ve cinsiyete yönelik segregasyonun yasal olarak kaldırılması 1964 yılına denk geliyor. Dolayısıyla son 50 yılda beyazların siyahlar üzerindeki üstünlük savlarının ortadan kalktığına inanmak pek gerçekçi değil. İstatistiki verilere göre siyahlar beyazlara oranla daha az kazanıyor, daha az okuyor ve daha kötü besleniyorlar. Bu verilerin es geçtiği diğer bir gerçekse siyahların karşılaştırılamaz oranda ve hızda öldürüldükleri. Cinayetlerin her birini görevi kötüye kullanan güvenlik güçleri vakaları olarak ele almaya çalışan devletin aslında devlet şiddetiyle siyah vatandaşlarını orantısız bir baskıya maruz bıraktığı aşikar. Son iki davada büyük jüri açıklaması ve sorumluların hiçbir ceza almadan bu cinayetlerden sıyrılmaları da aslında belirgin olan devlet şiddetinin toplumdaki kızgınlığı tetiklemesi yanında kronikleşen ırkçılığın da ilamı.

Bu yapısal şiddetin tarihsel gelişimini Amerika kıtasında kölelik zamanına kadar götürebiliriz. 68’in politik çalkantıları arasında siyah hareketin bu şiddet sarmalını kırmaya yönelik tarihini konuşurken daha çok bilinen Malcolm X, Martin Luther King gibi siyah liderler yanında Siyah Panterlerin etkisinden bahsetmeden olmaz. Bobby Seale, Huey Newton ve Elridge Cleaver gibi devrimcilerin öncülüğünde güç kazanan Siyah Panterlerin öncelikli hedefi bir direniş cephesi kurarak siyahların yaşam haklarını gerektiğinde, kendilerini sorgusuz sualsiz katleden polise ve güvenlik güçlerine karşı, silahlı mücadele ile savunmaktı. Bugün anaakım medyada, devleti ve beyaz ırkı yok etmeye yönelik çalışan teröristler olarak resmedilen Siyah Panterler anayasanın kendilerine verdiği silah taşıma hakkını kullanıyor ve polis ve askerin kendilerine saldırmaları durumunda karşılık veriyorlardı. Malcolm X ve Frantz Fanon’un öğreti ve çalışmalarını temel alan partinin ana mesajı şiddete maruz kaldıklarında kendilerini savunmak için şiddetle karşılık verecekleriydi. Emory Douglas, sanatını bu devrimci hedefe yönelik mesajları toplumsal bir farkındalık yaratmak için kullanmış, devlet şiddetini deşifre eden bir çok çalışmaya imza atmıştı.

1970’lere gelindiğinde partinin bu direniş odaklı silahlı faaliyetlerinin yerini sosyal programların geliştirilmesine, seçimlere yönelik politikaların belirlenmesine ve uluslararası işbirliğine yönelik çalışmalar almıştı. Parti üyelerinin birçoğu yerel yönetimlerde görev almış, devlet yaratılan sosyal programların bir kısmını kendisi işler hale getirmişti. Siyah Panterlerin siyah özgürlük hareketine katkıları yadsınamaz.

Bugün dünyanın toplumsal kalkışma yaşanan diğer bölgelerinde olduğu gibi ABD’de de neoliberal sistemin yarattığı eşitsizliğin bir sonucu olarak karşımıza çıkan eylemliliğin kanalize edilebileceği organların yaratılamaması sıkıntısı devam ediyor. Occupy Wall Street ile başlayan ama halihazırdaki kurumlar ve forumların yapısı içerisinde zamanla cılızlaşan ve politik hedeflere yönelmeden sönümlenen dalgalanmalarla karşı karşıyayız. ABD’de kronik ırkçılığın halihazırdaki hukuk sistemi ve politik yapı içerisinde çözümlenemeyeceği, aksine kapitalist sisteme içkin dinamiklerden birebir beslendiği, artık yürürlükte olmayan “Durdur ve Üstünü Ara”, “Davandan Vazgeçme” gibi uygulamalar ve SB 1070 gibi göçmenleri hedef alan kanunlarla körüklendiği, şiddet sarmalının bir diğer sac ayağı kişisel silahlanmayı mümkün kılan anayasal hakların silah lobileri tarafından desteklendiği, polisin sistematik militarizasyonunun gerçekleştiği devasa bir savaş endüstrisinin yarattığı bu sosyo-politik ve ekonomik ortamda söz konusu cinayetleri münferit olaylar olarak değerlendirmek yine devlet aklının bir ürünü. Bu akla karşılık silahlanmak bir çözüm değil ama radikal bir örgütlenmenin hayat memat meselesi olduğu açık.

Bir Endüstri olarak Militarizasyon

Soğuk Savaş döneminde büyüyen militer teknoloji 11 Eylül sonrası “Homeland Security” adı altında yürütülen birçok faaliyet sebebiyle daha çok gözetleme ve casusvari techizat ve eğitimlere yöneldi. Ülke dışını hedefıne alan bu yeni yapılanmanın büyüyen bir militer teknolojiye endeksli doğası gereği bir süre sonra ülke içine yönelik faaliyetleri de kaçınılmaz oldu. Yüzlerini ilk döndükleri yerler ise siyahların ve azınlıkların yaşam alanları oldu. Dolayısıyla politik kurum ve kişilerin sınırlandırılmasına yeltenmeyeceği sonsuz bir bütçe ile palazlanan bu pazarın ve bu pazarın varlık sebebi asker ve polisin, toplumun baskı rejimi altında kontrolüne yönelik faaliyetleri Ferguson ile başlamadı. Devletin totaliter yüzünü sıkça gösterdiği bölgelerin azınlık ve siyahların yaşadığı bölgeler olması bu nedenle tesadüf değil. Polisin militarizasyonu, bir diğer değişle, polisin savaş koşullarının kural ve techizatıyla donatılmasının en kritalize olmuş uygulamasına örnek olarak Ferguson anaakım medyada kendine ancak yer buldu diyebiliriz. Bir nevi işgal kuvveti olarak endam-ı arz eden polis gücü halihazırda uygulamakta olduğu devlet şiddetinin sokaktaki yansımasını gözler önüne sermiş oldu. Orduya yönelik üretilen ve savaş teknoloji kapsamında yer alan ürün ve uygulamaların polis teşkilatı kanalıyla ülke içine aktarımını; toplumu ‘koruma’ aksının toplumun ortadan kaldırılması gereken ‘düşman’ aksına çekilmesini bugün bu türden otoriter müdahalenin yaşandığı her örnekte görebiliyoruz. Bu anlayış, Occupy Wall Street ayaklanmalarında polisin aşırı müdahalesinden, 2008’deki Cumhuriyetçi Parti kongresinde Democracy Now adlı programın yapımcısı, gazeteci Amy Goodman ve iki meslektaşının tutuklanmasına, Ferguson’u takip eden Washington Post ve Huffington Post’tan iki gazetecinin tutuklanmasına, Ferguson’daki siyahların gösteri ve ifade özgürlüğü haklarını hiçe sayan militer uygulamalara kadar her yerde kendini gösteriyor. Toplum, bu yeni görev tanımıyla askeri yapılanmanın yansıması olan polis tarafından sesin çıktığı her yerde bastırılıyor. Savaş endüstrisinin palazlandırdığı yeni bir pazar olarak polis teşkilatına satılan teknolojik silahlar, hava-kara araçları, insansız hava araçları ve silahlarla her polis ünitesi saldırıya hazır bir ordu olarak beklemekte. Bu pazarın 2014 yılında 31 milyar dolara kadar büyümesi bekleniyor.

Devlet şiddetinin bu türden bir militarizasyonla yerele yönelmesi kişisel özgürlüklerin berhava olması yanında özellikle siyahların ve azınlıkların da hedef tahtasına oturması sonucunu doğuruyor. Kronik ırkçılıktan beslenen bu yapılanma muktediri zorlayan her kalkışmada da aynı hiddette kendini gösteriyor.

Ne Yapmalı?

New York, Boston, Chicago, Ferguson, Berkeley kampüsü, Amerika’nın birçok metropolü ırkçılığa ve şiddete dur demek adına sokaklara döküldü. Meydanlar, istasyonlar, okullar siyah ve beyaz protestocuların yerlerde ölümü işaret eden eylemlerinin hedefi oldu. Sanatçılar, bilim insanları, sporcular, öğrenciler, işçiler “nefes alamıyorum” açıklamaları yapıyorlar, organize oluyorlar, binler sokakları dolduruyor. Sokağın dili oluşmadan umudu inşa etmek mümkün değil elbette. Fakat sokağın dilini politik hedeflere yöneltmeden bu devasa neoliberal mekanizmayı, endüstriyi ve devlet şiddetini zayıflatmak, siyahları, azınlıkları ve muhalif bütün örgütlenmeleri sistematik olarak hedef alan militarizasyonda çatlaklar yaratmak neredeyse imkansız. Şiddetin ivme kazanmasının bir siyahın başkanlığında gerçekleşiyor olması tam da bu nedenle bir çelişki değil, zira emperyal koltuğun rengi ve cinsiyeti yok, aksine temsil ettiği ve gerçekleştirdiği korporatif hedefler var. Çember daralıyor. Siyahlar ve azınlıklar daha pervasızca öldürülüyor, göçmenler kamplarda sefil koşullarda yaşam mücadelesi veriyor, muhalifler susturuluyor, anaakım medya ise Amerikan rüyası güzellemesine devam ediyor.

Diğer yandan Amerikan şehirlerinde yaşam olanca dinginliğiyle devam ediyor. Vitrinler Noel için süsleniyor, restoranlar dolup taşıyor, kadın – erkek birçok kişi olanlara kızıyor ama kahvesinden yudumlayıp işine geri dönüyor.

Mike muhtemelen başka bir beyaz kadının rahatça marketine girip kendisiyle sohbet etmesine pek tanık olmayacak. İşten çıktığında aklındaki ilk şey ise Bronx ortasında öldürülmeden evine varmak olacak. Yeryüzünün Lanetlileri’nde Fanon’un dediği gibi her jenerasyon kendi misyonunu belirlemeli, onu ya takip etmeli ya da ona ihanet etmeli. Eğer nefes alamıyorsak, o ilk yarığı açmanın tam da zamanı. Bu ancak otoriteryanizmin hedefindeki tüm muhalif güçlerin yanyana mücadelesi ile mümkün olacak gibi görünüyor.

 
 
 

Comments


 THE ARTIFACT MANIFAST: 

 

This is a great space to write long text about your company and your services. You can use this space to go into a little more detail about your company. Talk about your team and what services you provide. Tell your visitors the story of how you came up with the idea for your business and what makes you different from your competitors. Make your company stand out and show your visitors who you are. Tip: Add your own image by double clicking the image and clicking Change Image.

 FOLLOW THE ARTIFACT: 
  • Facebook B&W
  • Twitter B&W
  • Instagram B&W
 RECENT POSTS: 
 SEARCH BY TAGS: 

© Redaksiyon Dergi - Mithatpaşa Caddesi 45-15 Kızılay-Ankara 

bottom of page