top of page

İspanya'da Sessiz İlerleyen Direniş

  • Evin Deniz
  • 31 Ara 2013
  • 7 dakikada okunur

İspanya ekonomisi 2008’den bu yana krizin hüküm sürdüğü AB’nin en büyük 4. ekonomisi. Ekonomi büyüdükçe krizin etkisi de derinleşiyor. Ancak krizin yalnızca ekonomi düzeyinde tartışılması krize neden olanların ve krizden kazananların işine geliyor, dahası onların stratejileri bu. Diğer taraftan krizle birlikte örgütlenmeye başlayan mücadeleler en başından beri içinde bulunulan durumun ekonomik krizden öte, bir rejim krizi, bir politik kriz, politika yapma şekillerinde yaşanan bir kriz ve en genel, en temel ifadesiyle bir demokrasi krizi olduğunun altını çiziyorlar.

democracia.png

Bu değerlendirmenin en öne çıkan hali Öfkeliler (Indignados) Hareketi’nin “¡Gerçek Demokrasi Hemen Şimdi!” (¡Democracia Real Ya!) sloganıydı. Öfkeliler Hareketi 15 Mayıs 2011 tarihinde ülke çapında krize karşı uygulanan kemer sıkma politikalarını ve banka kurtarmaları protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen kitlesel eylemin ardından Madrid Sol Meydanı’nda kurulan kampla başlayan, ve ülke genelinde kent meydanlarında kamp kurulması ile sonuçlanan üç haftalık bir birlikte yaşam, birlikte direniş, tartışma, ortak taleplerini belirleme, kısacası “biz” olma süreciydi. Evet, bu eşsiz deneyim “biz” olma halinin egemenlere ve dünyaya gösterildiği andı ama bir “hiç”ten doğmamıştı. Evet, beklenmedikti, kendiliğinden gelişmişti ama bavulu hiç de boş değildi. Öncesi, öncülleri, parça parça da olsa kolektif belleği, yaşanmışlıkları, paylaştıkları ve en başından beri farkındalıkları vardı geçmişinde. Meydandakiler, her akşam iş çıkışı onlara destek olmaya gelen daha fazlaları ve evlerinde öfkeden köpürenler, hepsinin ortak, üç yıllık bir kriz geçmişleri vardı. Gündelik hayatlarının her anında öyle ya da böyle krizi yaşıyorlardı üç yıldır ve daha da önemlisi direniyorlardı, mücadele ediyorlardı. Ayrıca İspanya halklarının mücadele deneyimlerinin ve birikimlerinin çok daha eskilere dayandığını belirtmek gerekir; üç yıl (1936-1939) süren İspanya İç Savaşı’ndan tutun da 1960lar ve 1970lere damgasını vuran mahalle dernekleri üzerinden verdikleri kentsel mücadelelere kadar… Gezi öncesi bunları Türkiyelilere anlatmak ne kadar zorduysa, şimdi de o kadar kolay. Gezinin öncülleri daha uzun yıllara dayanıyor ve başka bir bağlam içinde geliştiler ama aynı şekilde kolektif bellek ve politik bilinç yarattılar.

¡Kriz öldürmez, tasarruf politikaları öldürür!

Tüm ekonomik krizler gibi içinde bulunduğumuz krizde egemen sınıflar için avantajdı ve bundan faydalanmasını bildiler, biliyorlar. 2008 yılı sonunda yapılan “Bu kriz neoliberalizmin sonu.” yorumlarının gerçek olmasını ne çok isterdik hepimiz. Oysa bu krizle birlikte neoliberal politikalar daha da derinleşti. Krize neden olanlar, mesela bankalar, aynı zamanda krizin kazananı oldular. Nasıl mı? Bankalar, AB hükümetleri tarafından devletin yani halkın borçlanması yoluyla kurtarıldılar. İspanya’da krizden önce, özel sektörün ve hane halklarının borcu çok fazla iken kamu borcu çok düşük seviyelerdeydi. Kriz süresince uygulanan politikalar sonunda yani bankaları kurtardıktan sonra kamu borcu astronomik bir seviyeye ulaştı, hem de her türlü sosyal hizmeti budadıkları halde. AB ülkelerinin bankaları birbirlerine ve politik partilere ne kadar bağlı ise emekçileri birbirinden o kadar ayrık; herhangi bir AB ülkesindeki bir banka batarsa domino etkisi ile diğer bankaları etkilerken, emekçilerin maaşları dondurulunca, azalınca, işsiz kalmaları halinde ne politik partiler ne de diğer ülkelerdeki emekçiler bundan etkileniyorlar. Bankalara ve çok uluslu şirketlere iyilik borcu olan ikili-parti sisteminin (bipartidism) partilerinden hangisi gelirse gelsin sonuç değişmiyor; bankalar kurtarılıyor, aileler sokaklara atılıyor.

¡Konut en iyi yatırım!

Kriz hem finansal hem kentsel kriz olunca, bundan ilk önce ve en fazla ipotek borcu olan aileler etkilendiler. İspanya’da ev sahipliliği oranının 2007 yılında %87’ye ulaştığı düşünüldüğünde, çoğunluk bu krizden etkilendi demektir. Amerika’da alt gelir grubuna verilen riskli kredilerle (subprime) doğrudan ilişkili olan İspanyol ipotek (Mortgage) sistemi, oradan aldığı toksik fonlar nedeniyle krizi anında ve acı bir şekilde deneyimlemeye başladı. Daha da kötüsü İspanya’da ipotek borcunu sadece bir ay ödeyemeyen kişi hakkında yasal işlem başlatabilen banka, açık arttırmayla satışa çıkan evi kimse almazsa (genelde açık arttırmaya kimse katılmıyor) yarı fiyatına alabiliyor. Geri kalan borç (borcun yarısı) ise hala borçlu tarafından ödenmek zorunda! Kısacası hem evinizden oluyorsunuz, hem de ömür boyu ödeyeceğiniz bir borcunuz kalıyor. Bu durum karşısında intihar eden insanların olması hiç de şaşırtıcı olmasa gerek.

İşte bu haksızlıklara karşı bir araya gelen aktivistler ve mağdurlar 2009 yılının şubat ayında Barselona’da İpotekten Etkilenmişler Platformu’nu (Plataforma de Afectados por la Hipoteca, PAH) resmen kurdular. PAH ipotek mağdurlarına psikolojik ve hukuksal destek vermekle kalmadı; bankalarla pazarlıklar yaptı, yasa tasarısı hazırlayıp partilerin bu tasarıyı meclise taşımaları için uğraştı. Olmadı, 1,5 milyon imza toplayıp bizzat kendisi tasarıyı meclise sundu (tabii ki tasarı kabul edilmedi!), AB mahkemelerine başvurdu, mağdurlarla görüşmeyen banka şubelerini işgal etti, aileleri evlerinden tahliye etmeye gelen polisin önünde etten duvar ördü, birçok kez tahliyenin gerçekleşmesini engelledi. Hemen her kentte bir PAH kuruldu, kendi içinde yatay bir örgütlenmeyle ve dayanışmayla insanlara en kötü günlerinde umut verdi. PAH ülke genelinde bugüne kadar 1135 tahliyeyi durdurdu.

İspanya AB ülkeleri içinde en çok boş konuta sahip ve aynı zamanda en çok evden çıkarma (tahliye) yaşanan ülke. Bu gerçeği gören PAH, bankaların ellerinde milyonlarca boş konut varken insanların sokakta kalmalarına karşı sivil itaatsizlik eylemi olarak, boş konutları işgal ederek evlerinden atılan aileleri bu işgal konutlarına yerleştiriyor. Yine ülke genelinde 1180 aileyi bu boş konutlara yerleştirdiler. Bu sayılar yaşananları değil anlatmak özetleyemez bile. Her bir ailede kaç farklı hayat, kaç farklı hikaye olduğunu tahmin bile edemeyiz. Tüm bunlar yaşanırken iki büyük parti sırayla hükümetteydi ama konutun kaybedilmesiyle borcun silinmesi gibi temel bir talebe bile kayıtsız kaldılar.

Buraya kadar sözü edilenler somut kazanımlardı. Fakat bu mücadeleye katılan her bir bireyde daha soyut, daha kalıcı, daha insani, daha politik dönüşümler yaşandı. PAH’ın kurucularından Ada Colau’nun anlatımıyla faşist diktatör Franco zamanında yaratılmaya başlanan “ev sahiplerinden oluşan bir toplum”, tam da amaçlandığı gibi bireyci, evcilleştirilmiş ve muhafazakar bir toplum olarak şekillendi. Komşuluk ilişkileri minimuma düştü. İpotek mağdurları “komşum ipotek borcumu ödeyemediğimi anlamasın.” diye endişeleniyorlardı. Bunlar tesadüf değildi! Ancak kriz aynı zamanda bu toplumun yeniden mülkiyetin her şey olmadığını anlaması için bir fırsattı. Bu mücadelede, uzun vadede, konutun bir ihtiyaç olarak, kullanım değeri üzerinden kamu politikalarıyla düzenlenmesi fikrinin yeniden gündeme gelmesi ve toplum tarafından kabullenilmesi amaçlanıyor.

Ve bugün, 5 yıl sonra, bu mücadele daha farklı bir mücadeleye dönüştü. Politikacıların duyarsızlığı ve durumun aciliyeti sebebiyle, bambaşka politika yapma biçimlerini savunsalar da, Mayıs 2015’te gerçekleştirilecek olan belediye seçimlerine katılarak kentlerini ve kasabalarını yeniden kazanmaya karar verdiler. Guanyem Barcelona (Barselona’yı Kazanalım) inisiyatifi başka birçok kentte de yankı buldu ve benzer inisiyatifler son hızla belediye seçimlerine hazırlanıyorlar. Bu seçimler İspanya halklarının zaferlerine yenilerini ekleyecek gibi görünüyor.

¡Muhafazakar Eğitim!

AB’den yalnızca ve yalnızca batan bankaları kurtarmak koşuluyla verilen borçları ödeyebilmek için hükümetler (her ikisi de) sosyal harcamalardan kesintiler yapmayı uygun buldular. Savunmaya ayrılan bütçeden, kiliseye ayrılan paradan, kraliyet ailesine verilen harçlıktan ya da İspanya menşeli çokuluslu şirketlere ait vakıflara yapılan yardımdan kesinti yapılması söz konusu bile olamazdı elbette. Yüksek öğrenim bursları kesildi, araştırma fonları kuşa çevrildi, yetmedi ilkokul öğrencilerine verilen öğle yemeği bursları kesildi! Kamu eğitiminden yapılan bu kesintilere karşı eğitimin tüm tarafları, öğretmenler, veliler, çocuklar bir araya geldiler ve Yeşil Dalga’yı (Marea Verde) oluşturdular.

Eğitim sisteminde yapılan kesintilere ve özelleştirmelere karşı örgütlenen bu mücadele, yeni sağ hükümetle birlikte muhafazakar bir yasa tasarısı ile karşılaştı. Şu anki eğitim bakanının adı ile anılan ve 2013 sonunda kabul edilen Wert Yasası, öncelikle İspanyolca eğitime ağırlık vererek diğer İspanya halklarının dillerinde verilen eğitimi kısıtladı. Otonom Bölgelerin eğitim konusundaki sorumlulukları bakanlığa devredilerek daha merkezi bir planlama dayatıldı. Din dersinin notu ve saatleri arttırıldı, vatandaşlık dersi kaldırıldı ve yerine din dersleri kondu. Üniversite giriş sınavı kaldırıldı ve okulların not vermeleri ya da üniversitelerin kendi sınavlarını yapmaları mümkün hale getirildi. İyi öğrenciler eğitimlerine normal sistemde devam ederken, notları daha düşük olanlar başka bir yönde devam etmek zorunda kalacaklar. Böylece öğrenciler arasında ayrım yapılacak. Okulların da notlanmasına ve eğitim kurumlarının yarıştırılmasına başlanacak. Eskiden Okul Kurul’larında alınan kararlar şimdi okul müdürleri tarafından alınır hale getirildi. Öğretmenlerin çalışma koşulları da olumsuz etkilendi, daha fazla iş, daha fazla öğrenci yetmezmiş gibi yerlerinin ve derslerinin değiştirilmesi kolaylaştırıldı. Eğitim sistemine dayatılan bu geriye gidişe karşı Yeşil Dalga mücadeleye devam ediyor. Kitap yardımları kesildiği için, internet üzerinden kitapları paylaşıyorlar. Yasanın uygulanamaz hale gelmesi için velilerle ortak kararlar alıyorlar. Bugün Türkiye’de eğitim konusunda tartışılanların bu tasarıyla dayatılanlara bu kadar çok benzemesi tesadüf olabilir mi?

¡Sağlık Ö-zel-leş-ti-ri-le-mez!

Tabii ki sağlık sektöründe de kesintiler yapıldı. AB ülkeleri içinde örnek gösterilen İspanyol sağlık sistemi evrensel ve kamusaldı. Yasal olmayan bir şekilde ülkede yaşayan göçmenlere de hizmet veriyordu. Öncelikle bu durumdaki göçmenlere hizmet verilmesi yasaklandı ancak doktorların çoğu hizmet vermeye devam ettiler. Daha sonra klasik bütçe kesintileri, iş yükünün artması, çalışma koşullarının kötüleşmesi sağlıkta da başladı. Madrid Otonom Bölgesi daha çevik davrandı ve 6 devlet hastanesinin yönetiminin özel sektöre verileceğini açıkladı, dahası bunun özelleştirme olmadığını iddia ederek halkı aptal yerine koydu. Böylece Beyaz Dalga (Marea Blanca) eylemleri başladı. Doktorlar, sağlık çalışanları, hastalar, yakınları ve genel olarak Madrid sakinleri uzun ve yorucu bir mücadele süreci yaşadılar. Sadece sokaklara çıkmakla kalmadılar, kendilerini hastanelere kapattılar, hastanelerde herkese açık meclisler topladılar ve tabii ki sivil itaatsizlik eylemleri yaptılar. Bir taraftan da Yüksek Mahkeme’den yürütmeyi durdurma kararı aldılar. Tüm devlet hastaneleri işgal edildi; pencerelerinden pankartlar sarktı aylarca, eylemler, meclisler ve sloganlarla renklendiler. Sonunda Ocak 2014’te Madrid Otonom Bölge başkanı bu karardan geri döndüklerini açıkladı. Belirtmek gerekir ki tepkilerin bu kadar büyük ve hızlı olmasının nedeni Valencia Otonom Bölgesinde daha önce özelleştirilen hastanelerin durumunun çok kötü olması. Halk bu yöntemin sonuçlarını net bir şekilde görüyordu ve özelleştirmeye izin verirlerse başlarına ne geleceğini çok iyi biliyorlardı.

¡Kürtaj Yasası ile Hükümette Düşük!

Kasım 2011 seçimleriyle hükümete gelen sağ partinin (Halk Partisi, Partido Popular; PP) adalet bakanı olan Alberto Ruiz-Gallardón yeni bir isim değildi. 1995-2003 arasında Madrid Otonom Bölge Başkanı, 2003-2011 yılları arasında da Madrid Belediye Başkanı olarak görev yaptı. (Bu dönemde yaptıkları tartışılabilir ancak bu yazının kapsamı dışında kalmaktadır.) Birçoklarına göre partinin gelecekteki genel başkanı olabilmek hırsıyla kendisine zor bir misyon belirledi; kürtaj yasası çıkartmak. Yasa tasarısı çok hayati durumlar dışında kürtaj yapılmasını yasaklıyordu. Yasa yürürlüğe girseydi, kendi kararıyla kürtaj yaptıran 100.000 kadın, artık kürtaj yaptıramayacaktı. Ayrıca fetüste anomali nedeniyle yapılan kürtajların da yalnızca yüzde 0,09u yapılabilecekti. Aylarca devam eden eylemler ve tartışmaların ardından, Eylül 2014’te başbakan Rajoy kürtaj yasa tasarısını geri çekti. Bunun üzerine adalet bakanı Gallardón sadece görevinden istifa etmekle kalmadı, politikayı bıraktı. Yasanın geri çekilmesi sonunda bakan bunu kendi başarısızlığı olarak açıkladı. Ancak işin aslı feminist hareketin toplumun desteğiyle birlikte kadınların kendi hayatları ile ilgili karar alabilmeleri için verdikleri mücadeleyi kazanması idi. Kadınlar bu zaferi yine sokaklarda eylem yaparak kutladılar.

Bu saydıklarım İspanya halklarının kazandıkları zaferlerin en öne çıkanları yalnızca. İspanya’da Öfkeliler Hareketi öncesinde ve sonrasında devam eden bir demokratik devrim yaşanıyor. Öfkeliler Hareketi’nin sona erdiği ve beklentileri karşılamadığı eleştirilerine katılmıyorlar. Mücadele içinde bir çalar saatti ve daha büyük kitleleri uyandırıp mücadeleye ivme ve kitlesellik kattı. Bugün yapılan her eylemde, her forumda ya da her toplantıda yaşayan bir mücadele ruhu artık Öfkeliler Hareketi ve hiç kaybolmadı. Unutmamak gerekir ki kriz ortamında her an karşılıklı adımlar atılıyor ve mücadelenin tarzı ve yöntemi de farklılaşıyor. Son olarak belediye seçimlerine katılacak kent inisiyatifleri ile bir seçim kampanyası havasında sürüyor mücadele. Ortak hedefleri ve adayları yatay bir düzlemde herkesin katılımı ile belirlemeye çalışıyorlar. 6 yılın sonunda artık örgütlenme, dayanışma ve özyönetim konularında çok deneyimliler. Daha da önemlisi insanların gündelik hayatlarını yine komşularıyla birlikte aldıkları kararlar çerçevesinde kendilerinin değiştirebileceğinin farkındalar.

Demokrasi yalnız yapılmıyor, demokrasi yukarıdan da bahşedilmiyor. AB, demokrasi getirmiyor. Demokrasi gündelik hayatımızda pratiğini yaptığımız kadar gelişiyor ancak. Demokrasi istemek de yetmiyor, bunu kendi örgütlenmelerimizde uygulamakla başlıyor her şey. Fakat demokrasinin bütün kurumlara yerleşmesini beklemek veya seçim sisteminin değişmesini beklemek gibi ve bunu dışarıdan talep etmek gibi bir lüks de yok. İspanya halklarının hayatları tehlike altında; artık okulda açlıktan bayılan çocukların, ülkeyi terk eden gençlerin, muhtaç olduğu bakımdan yoksun yaşlıların, bir emekli maaşıyla tüm aileye yetmeye çalışanların ve sokağa atılan ailelerin hayatları tehlike altında. İşte bu yüzden belediye seçimlerine katılmak üzere örgütleniyorlar; yerelden, mahalleden, hep bir elden sorunları çözmek üzere. Daha nice zaferlere…

 
 
 

Comments


 THE ARTIFACT MANIFAST: 

 

This is a great space to write long text about your company and your services. You can use this space to go into a little more detail about your company. Talk about your team and what services you provide. Tell your visitors the story of how you came up with the idea for your business and what makes you different from your competitors. Make your company stand out and show your visitors who you are. Tip: Add your own image by double clicking the image and clicking Change Image.

 FOLLOW THE ARTIFACT: 
  • Facebook B&W
  • Twitter B&W
  • Instagram B&W
 RECENT POSTS: 
 SEARCH BY TAGS: 

© Redaksiyon Dergi - Mithatpaşa Caddesi 45-15 Kızılay-Ankara 

bottom of page